Kemal Sayar
Bir önceki yazım kimi hanım okurlarımızdan eleştiri aldı. Neden eve yorgun
argın gelen kişi erkek olsundu? O halde bu yazıya alternatif senaryoyla
başlıyoruz. Adam, gecenin geç saatinde arkadaşlarıyla hoş beşten eve gelir.
Gün boyu onu beklemiş olan eşi üç beş kelam etmek için kapıda karşılar ve
sofraya buyur eder. Selam faslından sonra kelam faslı bir türlü açılamaz
zira adam zaten toktur ve  eve gelir gelmez cep telefonuna gömülmüş,
paralel bir evrene geçiş yapmıştır. Bu senaryoda hala cinsiyetçi bir tını
var derseniz, dışarıda işinden yorgun gelen kişi hanımefendi olsun ve
içeride televizyonda spor programına gömülmüş olan erkek, kafasını bile
çevirmeden selamı alıp beyaz cama geri dönsün. Asıl mesele, insanın
sevdiğinin yüzünde susuzluğunu gideremiyor oluşu.

Kısa bir zaman öncesine kadar insanlar doğdukları şehirde yaşar ve
ölürlerdi. Modern zaman insanı evini kolay terk edebiliyor. Bellek uçucu ve
uçarı. Kök salmıyor, derinlere inmiyor. Bireylerdeki “mekansal” ev algısı,
“geçici” ev algısına dönüşüyor. Mekanın değersizleşmesi, meskun olmanın
toplumsal ilişkilerinden bizi mahrum bıraktığı için, dikkatimizi harekete,
yer değiştirmeye ve küresel hız kültürüne tevdi ediyor. Oysa ev,
Bachelard’ın dediği gibi, insanın düşünceleri, anıları ve düşleri için en
büyük bütünleştirici güçlerden biridir. Evin öğüdü, yaşamlarımızda sürekli
bir yankıdır.

Bugün mahremiyet adası ve tahayyül mekanı olmaktan çıkararak sığınaklara
dönüştürdüğümüz modern ev, artık adeta evdeki tüm bireylerin ihtiyaçlarını
karşılayacak eğlence merkezleri gibi tasarlanıyor. Bireycilik, ev içindeki
yaşama da olanca hızıyla etki etmiş ve evin her odası ayrı bir interaktif
yaşam alanı gibi tasarlanmıştır.  Birbirimizden ayrı, yan yana
yaşayabildiğimiz bir eğlence merkezi olarak ev. Bir tefekkür, dayanışma,
manevi bir çekim merkezi olmak yerine bir oyalanma adacığı. İşte bu evin
anlamdan boşalmasıdır. Çocuğun kendisini daha geniş bir bütünün parçası,
karı kocanın birbirlerini daha yüksek bir mefkurenin taşıyıcısı olarak
algılamadığı bir ev, anlamdan boşalmıştır.

Aileyi bir arada tutan şey yakınlıktır. Menfaatsiz, teklifsiz, hesapsız,
maskesiz, sadece kendi olmanın tatlı huzuru. Ev yuva olmaktan çıkarılıp bir
eğlence merkezine veya bir pansiyona dönüştüğünde, herkesin başının
çaresine bakması gerekecektir. Soğuyan insan ilişkileri aileyi de muhasara
altına almış bulunuyor ama yapmamız gereken, geçmişin yasını tutmak yerine,
insan olmanın özüne sadık kalmak. Bu da evi yeniden sıcak bir yuva olarak
tesis edebilmekle olur. Yani elektronik aletleri, bizi dış dünyanın
keşmekeşine açan ve ruhlarımızı her türlü istilaya hazır hale getiren
ekranları kapatarak, birbirimizin gözlerinin içine bakabilmekle. Dış
dünyanın kaosunu, kendi içimizde,  evin sıcaklığı ve samimiyetiyle bir
nebze söndürebiliriz.

Aile bireyleri evde kendilerini muhafaza altında ve güvenli hissedebilmek
için ruhun çağrısına kulak vermeli ve birbirlerine olan o mesafeyi, sevgi
sözcükleriyle yürümeye gayret etmelidir. Karı koca ve ebeveyn çocuk
arasındaki mesafeyi kalplerimizi birbirine yakın kılarak kısaltmak
zorundayız. Ama sadece gözlerimizin içine bakmak yetmez. Bir ufuk
gözlerimizi kamaştırabilmeli, insan olmanın anlamına dair bir soru bir
ruhtan diğerine misafir gidebilmeli. Malayani olanın değil ruhu daha
yukarılara kanatlandıracak bir bilincin kanatlarına tutunarak,
hayatlarımızın ve ölümlerimizin boşuna olmadığının bilgisiyle birbirimize
uğramalıyız. Bu dünyada misafiriz, evlerimizde ve bedenlerimizde misafiriz.

Saint-Exupery çok sevdiğim bir bilge yazar, şöyle söyler: ‘Hayat bize aşkın
birbirimizin gözlerinin içine bakmak değil, birlikte dışarı aynı yöne
bakmak olduğunu öğretir’. Evlilik terapisti Gottman çiftleri yıllarca
izledikten sonra boşanmayla sonuçlanan evlilik etkileşimlerini dört ana
başlık altında özetlemiştir. Çatışma zamanlarında eşlerin birbirine karşı
gösterdiği dört temel olumsuz tutum, yani ‘dört atlı’ şunlar:  Aşağılama,
eleştiri, savunmacılık veya duvar örme. Bu dört atlı, bir bakıma narsistik
kişiliğin tezahürleri olarak karşımıza çıkıyor. Bir zamanlar sevdikleri
kişiye şimdi saldıran veya onlardan uzaklaşan eşler, genellikle kendi
ihtiyaçlarının artık karşılanmamasından mustariptir. Biz her zaman
değişiyoruz ve aşk da aynı kalmıyor. Gerçekte evlilikler, her kişi kendi
kimlik ve gayesini geliştirebildiğinde daha uzun ömürlü olabiliyor. Sıcak
yuva, her bireyin kendisini rahatlıkla ifade edebildiği ve yaşama hünerini
serbestçe keşfedebildiği bir yerdir. Bir ağaç gibi derinlere kök salarken,
dallarıyla gökyüzünü kucaklayan bireyler.

Haddi zatında âşık olmak kolay ama bir başka insanla yaşamak zor. Romantik
aşk, diğer kişinin bir ruh ikizi veya mükemmel uyumlu kişi olarak
ülküleştirildiği bir süreci içerir. Âşıklar adeta, ‘birbirleri için
yaratıldıkları’nı hisseder. Aşkın çılgınlığında ötekinin imgesi benim
ihtiyaçlarıma göre yeniden kurulur. Sevilen kişiyi kendi benliğimin bir
imgesi olarak görür ve farklılıkları görmezden gelirim. Oysa ideal
sevgiliyi bulma inancı bir yanılsamadır ve uzun ömürlü bir yakınlığa temel
teşkil edemez. İlişkinin bir yerinde büyü bozumu mukadderdir. Romantik aşk
pek sahip olmadığımız, yeterince sahip olmadığımız veya ona bel bağlayacak
kadar sahip olmadığımız bir şeye işaret ederek adeta mutsuzluğu çağırır.
Sonunda ya aşk ölür ya da aşıklar. Tolstoy’un Anna Karenina’da söylediği
gibi, ‘mutlu aileler hep birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine
özgü bir mutsuzluğu vardır’.

Geçmişte de pek çok mutsuz evlilik olduğu halde boşanmak çok daha zordu.
Ancak insanlar yakınlık ihtiyaçlarını sadece evlilik bağından
devşirmiyordu. Evlilik bağının bu kadar kolay çözünmesinin bir sebebi de
tek bir ilişkiden artık çok şeyin bekleniyor olması. Toplumsal olarak
parçalanmış bir dünyada sevgililer her şeyi yakın ilişkilerinden bekliyor.
Çünkü şu kalpsiz dünyada bir sığınak kalmamıştır ve görünen son sığınak da
aşk ve ailedir. Yüksek gerilim aileyi infilak ettiriyor. Olgun bir sevgi
ilişkisi için sevgililerin birbiri içine geçtiği, eriyip tek kişi olduğu
bir halden benliklerinin birbirinden ayrıştığı bir hale geçebilmek gerek.
Öteki insanın farklı ihtiyaçları olabileceğini kabullenmekle olgun bir
yakınlığın yolunda ilk adımı atarız.

Büyülenmenin sona ermesi için birkaç yıl yeter. Evliliğin sonsuza dek bir
aşk esrimesine gömülü olacağını sanan, aldanır. Evlilik sürecekse eğer,
ortak hedefler için birlikte gayret göstermenin, karşılıklı saygı ve
dostluğun ön plana çıkması gerekir. Bir insanla yaşamak belki tüm duygusal
ihtiyaçlarımızı karşılamaz, belki eşimiz ruh ikizimiz falan da değildir.
İlişkide mevcut olan, canlılığını devam ettiren her neyse ondan istifade
etmemiz lazım. Dış dünyadaki ve iç alemimizdeki huzur kaynaklarımızı
çoğaltmamız da evlilik bağı üzerindeki gerilimi düşürecektir.

On yıllar boyunca terapistler çocukların sorunları için anne babaları
suçlamıştır. Sanki çocuk yetiştirmenin tek bir doğru yolu varmış gibi.
Mutsuzluk ve kötü davranışın bütün biçimleri kötü anne babalığa izafe
edilmiştir. Çocukların anne babaların elinde bir hamur gibi yoğrulduğu ve
hayatlarının daha sonraki dönemlerinde karşılaştıkları ruhsal sorunların
kötü anne babalığın neticesinde ortaya çıktığına dair bir efsane
oluşturulmuştur. Bu, hakikatin ancak dörtte biri olabilir. Sadece çocukları
değil, onların anne babalarını da incitmiş olan bir inançtır bu. Artık
biliyoruz ki çocuk boş bir kâğıt değil:  Davranış genetiği üzerine yakın
zamanlı çalışmalar, gelişim üzerinde kalıtsal etkenlerin ebeveynlikten çok
daha fazla rol oynadığını bize gösteriyor.

Eşler ve sevgililer, ötekinden kendilerini mutlu etmesini beklediğinde
hayal kırıklığına uğrar. Ebeveynler çocuklarından kendilerini mutlu
etmelerini beklediğinde hayal kırıklığına uğrar. Ailelerimizin tadını daha
fazla çıkarmak için daha geniş sosyal ortamlara çıkmalıyız. Manevi bir
ortak iklimi teneffüs etmek,  aile bireylerini bir ruhsal akrabalıkla
birbirine bağlar. Akrabalarımızla, iş arkadaşlarımızla ve aynı toplumu
paylaştığımız insanlarla daha sık birlikte olmalıyız. Yakınlık ve
toplumsallık değişik bağlanma ihtiyaçlarını giderir ve pek çok insan her
iki türlü ilişkiye de ihtiyaç duyar. Bu sebeple yakın aile çevresinin
dışında da bir dizi bağlanma geliştirmeye de ihtiyacımız var. Hayat bizim
etrafımızda deveran etmiyor ve mutlak bir mutluluk yok. Başka insanlarla
birlikte yaşamak bize uzlaşmayı ve ihtimamı öğretir.

Bir evi yuva yapan, ocağında tüten muhabbettir. Güzellik, sıradan
gerçekliği aşan yaşantılarda bize göz kırpar. Ruhun ebediyete kapı
araladığı anlar, sevginin bizi güzelleştirmesine izin verdiğimiz anlardır.
Bir evi yuva yapan, orada bulduğumuz güzelliktir. Demem o ki göz ve
ruhlarımız birbirine değsin. Sonra omuzlarımız birbirine değsin de birlikte
ufku seyredelim.

-- 

Salih Arıkan İletişim

Tel: 0506 514 96 93

Skaype: saliharikan2

Face: https://www.facebook.com/saliharikan4

Twitter: www.twitter.com/saliharikan77

İnsragam:  https://www.instagram.com/izmirliengelliler

Beyazay İzmir Çalışmlarımız

https://www.youtube.com/watch?v=DaQCle9YNVw&list=PLxl9hJG-_A9y1GarC8cDkGa1Wgy2XwcxT

*Kitabımı Sesli İstiyorum!*

https://www.change.org/p/kitabımı-sesli-istiyorum-tcmeb
"Toplu,Ulaşımda,sesli,uyarı,sistemi,istiyoruz
https://www.change.org/p/izmir-b%C3%BCy%C3%BCk%C5%9Fehir-belediyesi-toplu-ula%C5%9F%C4%B1mda-sesli-uyar%C4%B1-sistemi-istiyoruz


İmza kampanyamız kaldırınları geri istiyoruz

https://www.change.org/p/belediyeler-emniyet-müdürlükleri-valilikler-iç-işleri-bakanlığı-esnaf-odaları-ve-tüm-halkımız-kaldırımlarımızı-istiyoruz


Blogger

https://beyazayizmirhaberler.blogspot.com.tr

Web. www.beyazay.org.tr

-- 
You received this message because you are subscribed to the Google Groups 
"asr_isaadet" group.
To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email 
to asr_isaadet+unsubscr...@googlegroups.com.
To post to this group, send email to asr_isaadet@googlegroups.com.
Visit this group at https://groups.google.com/group/asr_isaadet.
For more options, visit https://groups.google.com/d/optout.

Cevap