------------------------------------------------------------------------


  *YILMAZ ÖZDİL*: KWAİ KÖPRÜSÜ


Kwai Köprüsü…

En iyi film

En iyi yönetmen

En iyi erkek oyuncu

En iyi senaryo

En iyi görüntü

En iyi kurgu

En iyi müzik

Yedi dalda Oscar kazandı.

*

Eminim, orta yaşlardaki hemen herkes mutlaka seyretmiştir. Hollywood
yapımıydı. /*"Suudi Arabistanlı Lawrence"*/in yönetmeni David Lean
tarafından çekilmişti.*ABD* Kongre Kütüphanesi tarafından /*"kültürel ve
tarihi miras"*/ kabul edilerek, dünya durdukça muhafaza edilmesi
için,*ABD* Ulusal Film Arşivi'ne kaydedildi.

*

Hikayesi, Myanmar'da geçiyor!

*

Myanmar'da vuruşan bir grup İngiliz askeri, ikinci dünya savaşı'nda
Japonlara esir düşer. Japonlar bunları esir kampına koyar, köle gibi
çalıştırır. Myanmar'la Tayland'ı birbirine bağlayan demiryolundaki Kwai
Köprüsü'nü İngiliz esirlere yaptırırlar, asil kanlı İngiliz esirlerle
kötü kalpli Japonlar arasında enteresan hadiseler yaşanır filan.

*

Bütün dünyaya seyrettirdiler.

Üstüne, yedi Oscar aldılar.

*

Peki ya biz?

*

Dün yazdım… Birinci dünya savaşı'nda Sina-Filistin cephesinde
İngilizlere esir düşen binlerce askerimiz, İngiliz sömürgesi Myanmar'a
götürüldü, demiryolu inşaatlarında köle gibi çalıştırıldı, ağır çalışma
şartları, alışık olmadıkları tropik iklim ve esir kamplarındaki salgın
hastalıklar nedeniyle beş yıl içinde hepsi can verdi, şehit oldu.

*

Sayın ahalimiz…

Kwai Köprüsü'nü biliyor.

Myanmar'daki esir İngilizleri biliyor.

Myanmar'daki Arakanlılara ağlıyor.

Myanmar'da yatan kendi vatan evlatlarından haberi yok!

*

Bir numaralı fotoğraf, tüm dünyanın ve sayın ahalimizin kahraman olarak
tanıdığı, Kwai Köprüsü'ndeki rol icabı esir İngiliz askerleri.

İki numaralı fotoğraf, Arakan'a gözyaşı döken sayın ahalimizin ruhunun
bile duymadığı, Myanmar'da şehit düşen esir vatan evlatları.

*

Üç numaralı fotoğraf, sayın ahalimizin seyrederken pek üzüldüğü, Kwai
Köprüsü'ndeki dekor esir kampları ve artist İngiliz esirler.

Dört numaralı fotoğraf, Arakan'a ağıt yakan sayın ahalimizin ilk defa
duyduğu, Myanmar'daki Türk esir kampı… İngiliz askerler talim yapıyor,
esir Türk askerleri, barakaların önünde birikmiş, dikenli tellerin
arkasından seyrediyor.

*

Beş numaralı fotoğraf, yedi Oscar alan Kwai Köprüsü'nün afişi.

Altı numaralı fotoğraf, lütfedilip belgeseli bile çekilmeyen
Myanmar'daki Türk şehitliğinin orijinal kitabesi.

*

Yedi numaralı fotoğraf, İngiltere Kraliçesi'nin dindar cumhurbaşkanımıza
taktığı şövalye madalyası.

Sekiz numaralı fotoğraf, Myanmar'da bir cami duvarının dibine fırlatılıp
atılan, şehitlerimizin orijinal mezar taşları.

*

Dokuz numaralı fotoğraf, İstanbul'u bile işgal eden İngilizlerin
kendilerini tüm dünyaya mazlum olarak gösterdikleri Kwai Köprüsü.

On numaralı fotoğraf, İngiliz esareti altında, Myanmar'daki esir
kamplarında hayatını kaybeden kimliği meçhul vatan evlatlarının, Türk
Şehitliği.

*

Demem o ki…

*

Hollywood yapımı Kwai Köprüsü'nü seyredip Myanmar'daki esir İngilizlere
üzülmüştük, şimdi de, Hollywood yapımı Myanmar filmini seyredip,
Arakanlılara gözyaşı döküyoruz.

*

E çorbada benim de tuzum olsun istedim, Hollywood gibi film çekemediğim
için, bari fotoroman yapayım dedim.

Cümleten hayırlı seyirler dilerim!

 
------------------------------------------------------------------------
a45UyF587661-170913222526 Oraj Poyraz oraj.poy...@openmail.cc
2017/09/14  01:29 6  64  turanca...@googlegroups.com

 

Dal ruzgari affetmistir ama kirilmistir bir kere.

Konfucyus - M.O 551 ? 479

Anadolu yu bosaltmalari karsiliginda, Trakya Yunanlilara birakilabilir.

19.09.1921, Bakanlar Kurulu

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -2-

Nasil ve nicin...ve ... akilli tasarim

Simdi artik bazi alengirli konulara geldik. Ele alinacak olan konular
dogrudan din ve Tanri inancini ilgilendirdigi icin elbette, dogalari
geregi, her tur yoruma ve tartismaya aciktir. Kitaplarinda Dr Hawking ve
L.Mlodinow bu konulari tarafsiz bir uslup ile anlatmislar. Ben de
onlarin anlayisini takip edecegim. Ustune basa basa belirtmek isterim;
asla su veya bu inanci one cikarmak veya kotulemek gibi bir gayem
yoktur. Sadece, tezleri ve anti-tezleri tarihsel akis icinde belirtmek
istiyorum. Karar, okuyanlara aittir.

Dogal surecler incelenirken, ister istemez ortaya nasil ve nicin
sorulari cikar. Birinci soruya bilimsel dusunce kendi yontemleri icinde
cevap arar. Isin icine tanrilari, ruhlari, lanetlenmeyi,
cezalandirilmayi, iyilik meleklerini ve benzer inanclari katmadan
doganin isleyisi yine doganin kendi kanunlarina uygun olarak aciklanir.
Bir nesnenin yuksekce bir yerden dusmesinden tutun, bir kova icindeki
suyun donduruldugunde gosterdigi davranisa, hastaliga yol acan bir
mikrobun yasam cevrimine kadar her sey formule edilebilir, modellemesi
ve matematigi gelistirilebilir. Bunlar elbette basit surecler degildir,
bazen bir modeldeki yanlisligin farkedilebilmesi icin yuzyillarin
gecmesi gerekebilir. Yine de nasil sorusuna cevaplar getirilir.

Ama nicin sorusu farklidir. Bir seyin olus sebebini sordugumuzda ister
istemez amaca yonelik sorgulamalar yapmaya baslariz. Dunyanin bir amaci
var midir, nesnelerin belli bir formda olmalarinin veya bir yasaya
uymalarinin amaci var midir? Elmanin lezzetli olmasinin, suyun, havanin
ve Gunes in bize yasam vermesinin amaci var midir? Bunlar sadece
dogalarinin geregini mi yerine getirirler yoksa varoluslarinin insana
yonelik ozel bir misyonu var midir? Oyle gorunmekte ki insanlar
yuzyillar boyunca, doganin isleyisini incelerken ona tanrisal amaclar,
misyonlar yuklemis durumdalar. S.Hawking ve L.Mlodinow dan alintilamaya
devam ediyorum.

Seylerin belli bir amaca hizmet etmek icin davrandiklari dusuncesi
yuzyillar boyunca pek cok dusunuru etkiledi. 13. yuzyilin basinda ilk
Hristiyan filozoflardan olan Aquino lu Aziz Tommaso (1225-1274) bu
gorusu benimseyerek Tanri nin varliginin ispati olarak kullandi: Cansiz
nesnelerin sonlarina tesadufen degil, kasitli olarak ulastigi aciktir.
Bu nedenle, dogadaki her seyin bir yolu ve bir sonu olmasini buyuran
akilli bir varlik mevcuttur. Hatta, 16. yuzyil gibi gec bir tarihte bile
buyuk Alman astronomu Kepler (1571-1630), gezegenlerin duyuma sahip
olduklarina, zihinleriyle kavradiklari hareket yasalarina bilincli
olarak uyduklarina inaniyordu.

Yukardaki kisacik pasajda, bugun bile hararetle tartistigimiz temel
sorulari gorebilirsiniz. Aciyorum:

Eger ortada doga yasalari varsa, bir yasa koyucunun olmasi gerekmez mi?
Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir canli varsa, o zaman,
bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin olmasi gerekmez mi?

Oncelikle birinci soruya deginmem gerekmekte. Bu soruya karsi en guzel
yaklasimlardan birini Ingiliz felsefeci Bertrand Russell getirmistir.
(1872-1970) Russell, ilk olarak 1925 yilinda basilan goreliligin ABC si
(ABC of Relativity) isimli calismasinda, Albert Einstein in ozel ve
genel gorelilik kuramlarini gercekten sasirtici bir ustalikla, konuya
asina olmayanlara aktarir. Eger bu calismayi okumadi iseniz, mutlaka bir
yerlerden bulup okumanizi oneririm. Sadece bilimsel ve felsefi bir yapit
degil, ayni zamanda bir edebiyat ziyafetidir. Ben defalarca okudum ve
her seferinde ayri bir keyif aldim. Russell, calismasina su cumle ile
baslar: Herkes Einstein in harika bir sey yaptigini soyler ama hic kimse
gercekte ne yaptigini bilmez. Sonra Russell, havadaki bir balonun icinde
bulunan ve karanliktan dolayi etrafini goremeyen bir gozlemcinin, icinde
bulundugu ortam hakkinda ne tur cikarimlarda bulunabilecegini
sorgulamaya baslar. Ozel ve genel gorelilik kuramlarinda zaman, kutle ve
hiz arasindaki iliskileri acikladiktan sonra, konunun can damarina
gelir. Ortada, bir yasa koyucu tarafindan konulan doga yasalari mi
vardir, yoksa bu sadece bizim dogayi algilamamizdan kaynaklanan bir
yanilsama midir? Bir baska ifade ile, bizler her gun cesitli ve guclu
etkiler, fenomenler gordugumuz icin mi bunlari asla degismeyen, olasi
tek gerceklik olarak kabul eder ve sonra bunlarin ardinda bir yasa
koyucu aramaya baslariz ?

Bazi felsefi ekoller, insan zihninin aliskanliktan dolayi herhangi bir
varolus durumuna adapte oldugunu ve aklin da bu sablon icinde
kaliplastigini one surerler. Kalemi havaya atariz ve yere duser, bu
kadar basittir. Aslinda biz bunu, orta yerde bir yasa oldugu icin degil,
her gun gordugumuz ve o fenomene alistigimiz icin kabul ederiz. Eger,
cok farkli yasam kosullarinda yasayan canlilar olsaydik, simdi normal
kabul ettigimiz durum anormal olacak, anormal olarak kabul ettigimiz
durum ise normal gorunecekti. Bu sorgulamayi yapanlardan biri de,
aslinda cok dindar bir insan olan Baruch Spinoza idi.

(1632-1677) Spinoza, insanin kan damarlarinda dolasan bir parazitin
kendisini ne tur bir varolussal konum icinde hissedecegini sorguluyordu.
Aciktir ki, bizim icin cok onemli olan yercekimi kuvveti, o parazit icin
onem tasimayacakti, hatta boyle bir seyin varligindan bile haberi
olmayacakti. Parazitin bakis acisindan bazi seylerin etrafta oylece
ucusmasi son derece normal kabul edilecekti. (Etrafinizda taslarin,
agaclarin, ciceklerin ve bir suru seyin ucustugunu hayal edin.) Kendi
icinde bulundugu varolus kosullarindan yola cikan parazit, bizimkinden
cok farkli doga yasalarina ulasacak ve bu yasalar onun kendi
gerceklikleri olacakti. O zaman bizler, kendi varolus konumumuzdan
dolayi gelistirdigimiz yasalari neye dayanarak mutlak gerceklikler
olarak goruyorduk? Spinoza tanrisiz bir insan degildi, O na inaniyordu,
hatta Tanri nin varligini bir dizi aksiyom yolu ile ispat etmeye
calistigi meshur Ethica kitabini bile yazdi. Sorun suydu ki, Spinoza nin
tanrisi ile, ayni tanrinin kendini disavurum yolu olan doga birbirlerine
cok fazla benzemekteydi ve bu durum Hollanda daki gelenekci Yahudileri
rahatsiz etti. Amsterdam Yahudi cemaati tarafindan yargilandi, dinsiz
olarak goruldu ve cemaatten aforoz edildi! Bu da inancin ne kadar farkli
yorumlanabilecegine bir ornek. Kati ve asla taviz vermeyen bir ateist
icin Spinoza koyu bir dindar olarak gorulebilirken, gelenekci dindarlar
ise onu dinsiz ve sapkin ilan ediyorlardi!

Eger bir yasa varsa, bunun ardinda bir yasa koyucu olmalidir fikrine
karsilik, bizim dogadaki her tur akisi incelerken bunlari yasa olarak
yorumladigimiz fikri gelismekteydi. Dogadaki seyler kendilerine deklare
edilen belli yasalara uymuyorlardi, onlarin hareketini biz yasa olarak
yorumlamaktaydik. Eger hareketleri, ortak olarak gozlemlediklerimizden
farkli olsa idi, bu sefer de o hareketleri ayri bir yasa olarak
yorumlayacak ve alistigimizdan farkli bir matematik gelistirmek zorunda
kalacaktik.

Ikinci soruya gelince: Eger ortada, elma gibi, bocek gibi kompleks bir
canli varsa, o zaman, bunlarin ardinda akilli bir varligin, bir zekanin
olmasi gerekmez mi? Dahasi, hicbir tasarim yetenegine sahip olmayan ve
tamamen dogal gudulerle hareket eden canlilar, kendi iclerindeki
tasarimi nasil olusturabilirler ?

Bu sorular, gunumuzde bile farkli dinlere mensup dindarlar tarafindan
kullanilan akilli tasarim argumanina gonderme yapar. Aquino lu Aziz
Tommaso gibi ruhiyatci dusunurler, ortaya, curutulmesi gercekten de cok
zor olan bir arguman koymuslardir. Hristiyan teologlar bunu kisaca soyle
aciklarlar.

Diyelim ki ormanda gezinirken, yerde bir kostekli saat buldunuz. Ne
dusunursunuz ? Muhtemelen saati birisi orda unutmustur veya dusurmustur.
Bir suru farkli ihtimal olabilir. Fakat bir seyi dusunmezsiniz. Tam da
saatin bulundugu yerde, topragin veya cesitli maden filizlerinin
eridigini, saatin camini olusturacak kadar inceldigini, seffaflastigini,
sonra yuvarlak bir gorunum aldigini; bunlarin ardindan akrep, yelkovan,
cesitli pimler, disliler ve spirallerin isi ve ruzgarin etkisi ile,
birbirlerine mukemmel uyacak bicimde sekillendigini, bunlarin biraraya
gelerek tek seferde ve tesadufen birlestiklerini dusunmezsiniz. Bu
oylesine uzak bir ihtimaldir ki, gerceklesmesi icin evrenin bilinen yasi
bile yetmez. Buraya kadar benim de hicbir itirazim olamaz. Ortada bir
tasarim varsa, elbette onun ardinda bir tasarim sureci ve tasarimcilar,
imal ediciler bulunacaktir.

Peki, doga gercekten boyle mi islemektedir? Doga, bir tasarimcinin
ortaya koydugu sasmaz kurallar cercevesinde mi islemektedir, yoksa tum
bunlarin farkli bir aciklamasi olabilir mi? Acaba insan kendisine ait
olan tasarim yetenegini dogaya uyarlarken ve dogayi da boyle isliyormus
gibi dusunurken insanca bir yanilgi icinde olamaz miydi ?

Bu sorulara daha sonra yeniden donmek uzere, simdilik Ortacaga hakim
olan genel dusunce uzerinden ilerliyecegim. Yuzyillar boyunca, bilimsel
dusunce ile dinsel dusunce kucak kucaga ilerlediler. Filozoflar,
teologlar, doga bilimciler seylerin ardindaki davranis mekanizmalarina
ulasiyorlar, fakat bunlari yorumlamakta ciddi gorus ayriliklarina
dusuyorlardi. Kitaptan alintiliyorum:

O donemlerde insanla fizik yasalari arasinda net bir ayrim yoktu. M.O.
5. yuzyilda, ornegin, Anaksimandros, her seyin bir ilk cevherden ortaya
ciktigini ve yaptiklari kotuluklerin cezasini odemek icin yeniden ona
(bu ilk cevhere) geri dondugunu yazmisti. Iyonyali yazar Herakletios a
gore Gunes, adalet tanricasi pesinde oldugu icin bu sekilde hareket
etmektedir. (...) Bu gelenek, yuzyillar boyunca Yunanlilari izleyen pek
cok dusunuru de etkiledi. Doganin yasalarina uyulmasi gerektigi
dusuncesi, eskilerin doganin nasil boyle davrandigina degil, nicin boyle
davrandigina odaklandiklarini gosteriyor. Antik caglarda kesin olcumler
ve matematiksel hesaplamalar yapmak her bakimdan zordu. Aritmetik icin
cok ikna edici buldugumuz on rakamli sistem ancak MS 700 lu yillarda, bu
konuda dev adimlar atan Hindular sayesinde bulunmustur. Toplama ve
cikartma icin kullanilan kisaltmalar icin ise 15. yuzyili beklememiz
gerekti. Esittir isareti ve zamani saniyesine kadar olcen saatler 16.
yuzyildan once mevcut degildi.

Aristotales, fizik yasalarinin icine bir parca dinsel dusunce katti.
Ornegin, onun hareket kuramina gore, agir cisimler agirliklariyla
orantili olan sabit bir hizla duserler. Nesnelerin duserken hizlarinin
arttigi gercegini aciklamak icin yeni bir ilke icat etti. Dogal durma
noktalarina yaklasan nesneler daha bir coskuyla ilerler ve bu yuzden
hizlari artar. Bu ilke, gunumuzde cansiz nesnelerden cok bazi insanlar
icin daha uygunmus gibi gorunuyor. Aristotales in kuramlari genel olarak
cok az ongoru degeri tasisa da insan dusuncesini yakla$ik iki bin yil
boyunca egemenligi altina aldi.

Yunanlilari takip eden Hristiyanlar, evrenin onlara ilgisiz kalan doga
yasalari tarafindan yonetildigi gorusunu reddettiler. Ayrica insanlarin
bu evrenin merkezinde ayricalikli bir yere sahip olmadigi dusuncesini de
reddettiler. Ortacagda tutarli bir felsefe sistemi olmasa da genel
egilim, evrenin Tanri nin oyun alani oldugu yonundeydi ve dogal
fenomenler yerine din uzerine calismak cok daha degerli goruluyordu. (Dr
Hawking konuya deginmemis, ben eklemek isterim, din uzerine calismanin
sadece teolojik degil siyasal, ekonomik ve sosyal sinif atlama gibi
sebepleri de bulunmaktaydi.) 1277 de, Paris Piskoposu Tempier, Papa XXI.
Johannes in talimatlari uzerine harekete gecerek 219 maddelik bir
lanetlenecek gunahlar veya sapkinliklar listesi yayinladi. Bu
sapkinliklar arasinda doga yasalari dusuncesi de vardi. Cunku bu dusunce
Tanri nin kadir-i mutlak olusuna aykiriydi. Birkac ay sonra sarayin
tavani uzerine coktugunde Papa Johannes in yercekimi yasasi yuzunden
olmesi ilginctir.

Doganin yasalari kavrami 17. yuzyilda ortaya cikmistir. Daha once
belirttigimiz gibi, fiziksel nesnelere iliskin animist bir goruse sahip
olmasina karsin, bu fikri modern bilim anlaminda ilk kavrayan Kepler
olmustur. (Burda bir saptama yapmak isterim. Semavi dinlerin teologlari
animizmi her ne kadar reddetmis, onu sapkinlik, Tanri ya ortak kosmak
gibi gostermis olsalar da, pratikte animist yaklasimlar
sergilemislerdir. Yalnizca, bu animizm kilik degistirmis, eski caglarda,
bir ruha canliliga sahip oldugu icin davranan seylerin yerine, Tanri ya
kavusmak icin veya onun dilegini yerine getirmek icin davranan seyler
almistir. Animist inanc, insanligin bilinen en eski inanclarindan biridir.)

Galilei (1564-1642) bilimsel calismalarinda yasa sozcugunu
kullanmamistir; buna ragmen pek cok yasanin aciga cikmasini saglamis,
bilimin temelinin gozleme dayandigini ve bilimin amacinin da fiziksel
fenomenler arasinda varolan nicel iliskilerin arastirilmasi oldugunu
savunmustur. (Galilei nin dusunce bicimini merak edenlere, Tubitak bilim
yayinlarindan cikan Galileo nun buyrugu kitabindaki nesnelerin dususleri
uzerine bir diyalog bolumunu okumalarini tavsiye ederim. Bu uzun
diyalogta Galilei acikca doga yasalarindan soz etmez, ama nesnelerin
dusus bicimlerini aciklarken kullandigi yontemlerdeki dogal yasalari
farketmemek imkansizdir.) Ancak, doga yasalari kavramini bugun
anladigimiz haliyle acik ve ayrintili bicimde formule eden ilk kisi Rene
Descartes (1596-1650) olmustur.

-devam edecek

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri      :       
Gruba mesaj gondermek icin      :       ozgur_gun...@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin    :       ozgur_gundem-subscr...@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin   :       ozgur_gundem-unsubscr...@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin     :       ozgur_gundem-ow...@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz   :       http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz     :
http://orajpoyraz.blogspot.com/


BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo





 

-- 
You received this message because you are subscribed to the Google Groups 
"Gugukluhayat" group.
To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email 
to gugukluhayat+unsubscr...@googlegroups.com.
To post to this group, send email to gugukluhayat@googlegroups.com.
Visit this group at https://groups.google.com/group/gugukluhayat.
For more options, visit https://groups.google.com/d/optout.

Cevap