Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Sultan Abdülhamid Han hakkında Le Dernier Sultan (Son Sultan) adıyla roman
üslubunda bir eser kaleme alan Michel de Grees, bir söyleşisinde şöyle
demekteydi:
“Abdülhamid Han’ın gerçek hayatı, hayali yendi. Hiçbir roman yazarı bir tek
kişinin etrafında dönen bunca cinayet, inkılab devlet darbesi ve dramı
uyduramaz. Abdülhamid’in hayatı gerçekten de romaneks unsurlarla dolu…”
Gerçekten de hakkında en çok çalışma ve araştırma yapılan, eser verilen,
araştırdıkça derinleşen ve yeni bilgilerle dönemi her yıl biraz daha
aydınlanan II. Abdülhamid Han’ın vefatının tam yüzüncü yıl dönümündeyiz.
O, üç kıtaya hâkim İmparatorluğumuzun son hükümdarı idi. Ülkenin çok zor
dönemlerden geçtiği bir süreçte tahta oturmuştu. Bu süre içinde büyük bir
gayret ve feragatle ülkeyi ayakta tutma çabası verdi. Otuz üç yıl saltanat
sürdü.
Batılıların hasta adam dediği Osmanlının tahtına oturan hakan Sultan
Abdülhamid, siyaseti, kişiliği şahsiyeti ve otoritesi ile devletini büyük
bir dünya gücü hâline eriştirmeyi bilmişti.
Ne yazık ki bu büyük Türk hakanı ülkemizde, günümüzde de olduğu gibi hep
“Kızıl Sultan mı, yoksa Ulu Hakan mı?” tartışmalarının gölgesinden de
çıkamadı.
Abdülhamid Han önce Osmanlı Devleti’ni yıkmak isteyen dış mihrakların
saldırısına uğradı. Bunlar bu büyük Türk hakanına Kızıl Sultan, müstebit,
zalim, kan emici vb. ağır hakaretlerle saldırdılar. Bunlara aldanan
Jön-Türkler de yeraltı örgütleri kurarak gizlice çıkardıkları dergiler ve
gazetelerle düşmanların söylemlerini tekrarladılar.
İkinci Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Osmanlı ülkesinde Abdülhamid Han’a
saldırmak sanki bir meziyet hâlini almıştı. Güya sansür kaldırılmıştı.
Sansürün kaldırılmasının anlamı, Türk’ün hakanına ve Müslümanların
halifesine küfretme izni verilmesi gibi algılanmıştı. Veya birileri öyle
kurguluyordu. İkinci Meşrutiyetle birlikte bu yüce hakanı tahtından alaşağı
etmenin planları yapılıyor gibiydi. Evet, istediğiniz Meşrutiyet ilan
edilmişti. İdare sizin ellerinizdeydi. Öyleyse hâlâ bu kin ve adavet ne
oluyordu!..


Öyle bir iftira furyası ki…

Öylesine bir karalama ve iftira furyası oluştu ki bunlar ileriki yıllarda
da mutlak doğruymuş gibi kabul edilecekti. İttihatçılar Padişahı kötülemede
ve karalamada yabancıları fersah fersah geçmişlerdi.
Abdullah Cevdet, “Padişah hakkında yüz yalan uydurdum sonradan birine ben
de inandım” diyerek bu acımasız saldırganlığa işaret edecektir. Cumhuriyet
döneminde de ne yazık ki bu karalama kampanyası devam etti. Abdülhamid Han,
kızıl sultan tanımlanmasından bir türlü kurtulamadı. Ardından Necip Fazıl
Kısakürek Bey’in “Ulu Hakan Abdülhamid Han” kitabı çıktı. 1980 sonrası
üniversitelerimizde padişahla ilgili yeni söylem şu olmuştu: Padişahın
kızıl sultan mı ulu hakan mı tartışmalarında orta yol tutmak… Bunun ne
manaya geldiğini anlamak gerçekten güçtü. Bir şahsiyet kan dökücü ve zalim
ise zalimdir. Dâhi bir lider ise dâhidir. Âdil ise âdildir. Orta yol
tutturmanın ne manaya geldiğini bir türlü anlayamadım.
Bu söylemi ve anlatımı şöyle görüyordum: Kendisini övmekten övebilmekten
öcü gibi korkan bir akademisyenler grubu vardı. Padişahı hakkıyla
anlatamıyorlardı. Acaba gerici mi derler acaba yobaz mı derler. Ne derler
korkusundan sıyrılamadan tarihçi veya ilim adamı olunabilir mi?
Neticede Osmanlı Devleti’nin 34. Padişahı olarak saltanata geçen bu hakan,
meşrutiyet dönemleri hariç tutulursa 1908 yılına kadar, tek karar mercii
olarak ülkenin iç ve dış siyasetini yönlendirdi. Bu açıdan bakıldığında 33
yıllık hükümdarlık döneminin yaklaşık 30 yılında ülkeyi kendi fikirleri ve
inisiyatifi doğrultusunda yönetmişti. Dolayısı ile hataları ve sevapları
ile bu dönemin icraatlarından o sorumludur. Objektif olarak
değerlendirmeli, okuyucu da notunu vermelidir.
Bazen mukayeseler size en doğru ipuçlarını verir. Abdülhamid Han devrini
anlayabilmek için tahta çıktığı sırada hem Osmanlının hem de dünyanın güçlü
devletlerinin durumunu çok iyi bilmek lazımdır. O dönemde Osmanlının idari,
siyasi, mali durumunu iyi analiz etmek gerekmektedir. İkincisi onun
dönemini değerlendirmek ve ardından da ondan sonra neler olduğunu öğrenmek
gerek.
Mesela Türk insanı padişahtan sonraki on senede ülkenin düştüğü durumu
neredeyse hiç sorgulama yapamadı. Zira İttihatçıların on yıllık iktidarları
sonrasında ülkenin ana merkezi Anadolu da işgal altına düşmüş bulunuyordu.
Biz bir dört yıl daha kurtuluş mücadelesi altına düştüğümüz için bu devri
düşünmeye dahi fırsat bulamadık. Zira can pazarı yaşanıyordu. Ardından
Osmanlı Devleti yerine Cumhuriyet idaresine geçilince bunu yapma imkânı
tamamen ortadan kalktı.


“Hasret olduk eski istibdada biz!”

Siyasetçilerin birbirleri hakkındaki ithamları bir yana bırakılırsa ilim
adamlarının daha objektif bir biçimde değerlendirme yapmaları gerekirdi, bu
da olmadı. Hâlbuki Abdülhamid Han’ın İttihatçılara bıraktığı ülke, üç
kıtada etkisini devam ettiriyordu. 6 milyon kilometrekareden ziyade bir
toprağı vardı. Dünyada büyük bir prestiji bulunuyordu. Saltanattan
çekilirken;
“Şayet bu ülkeyi on yıl idare edebilirlerse yüz yıl idare etmiş gibi
sevinsinler” demişti. Üzüntüyle belirtmek gerekirse Padişah, bu teşhisinde
tam isabet kaydetmişti. Keşke yanılsaydı. Fakat gerçekçilik, devlet
adamlığı dünyayı ve gidişatı görmek, tanımak, bilmek ve ona göre
politikalar üretmek budur. Burnunun ucunu göremeyen yabancıların piyonu
hâline gelmiş insanların da ülkeyi getirecekleri nokta buydu… Neticede
İttihatçılar, on sene dahi dolmadan dokuz senenin sonunda bir milyon
kilometrekareye düşmüş perişan bir ülke bırakmışlardı.
Cenazesinde bütün bir millet gözyaşı dökmüştü. Sanki gidenin o değil devlet
olduğunu görüyorlardı. Onu tahtından alaşağı edenler de büyük ıstıraplarını
dile getireceklerdir.
Padişahın azılı düşmanlarından Filozof Rıza Tevfik büyük pişmanlığını şu
ifadelerle dile getirecektir.

Nerdesin, şevketli Sultan Hamid Han,
Feryadım varır m bargâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına!

Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek, hey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına.
.....
Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

Süleyman Nazif ise şu ifadeleriyle onun kıymetini ve yapılan hataları
tarihe mal etmiştir:

Padişahım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz.

Dem-bedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket matemde, öksüz taht u taç
Hasret olduk eski istibdada biz.

Ahmed Rasim Bey ise Padişahın idaresi ile ondan devralanların arasındaki
uçurumu şu çarpıcı beyitiyle ifade etmiştir:

Sen değil naşın hükümdar olsa elyakdır bize
Dönsün etsin taht-ı Osmaniye tabutun cülus



TEFEKKÜR

Halkı rencide eden âlemde
Kendi rencide olur son demde

-- 

Arkadaşlar Youtube kanalımıza abone olmanızı ve Çalışmalarımızı İzleyerek
Çevrenizle Paylaşıp Tanıtmanızı rica ederiz.

https://www.youtube.com/channel/UC6e_zHfBdXzVrSu3PmdJiOg/playlists

Salih Arıkan İletişim


Tel: 0506 514 96 93


Skaype: saliharikan2

Face: https://www.facebook.com/saliharikan4


Twitter: www.twitter.com/saliharikan77


İnsragam:  https://www.instagram.com/izmirliengelliler


Bağımsız Hareket kursumuz

https://www.youtube.com/watch?v=BsxdDJMTwLY&list=PLxl9hJG-_A9y1GarC8cDkGa1Wgy2XwcxT&index=1&t=5s

Blogger

https://saliharikanyazilar.blogspot.com/

Web. www.beyazay.org.tr

-- 
You received this message because you are subscribed to the Google Groups 
"asr_isaadet" group.
To unsubscribe from this group and stop receiving emails from it, send an email 
to asr_isaadet+unsubscr...@googlegroups.com.
To post to this group, send email to asr_isaadet@googlegroups.com.
Visit this group at https://groups.google.com/group/asr_isaadet.
For more options, visit https://groups.google.com/d/optout.

Cevap